Bilisim
vuslat1
ADIN GİBİ YAŞA!
“Hiç düşündün mü dostun?
Adının anlamı nedir?
Niçin böyle bir soru sordum diye şaşkınlığını gizleyememektesin biliyorum. Ama bu diyalogun ardından böyle bir soruyu sormak hakkımdır diye düşünüyorum. Hakkını helal et!”
Saatler süren muhabbetin ardından keşke böyle bir soru sormak mecburiyetinde bırakmasaydı muhatabım beni. Ama pişman değilim hiç. Çünkü birileri ona bu açıklamayı yapması gerekiyordu. Zira bizim halisane ve iyi niyetli yaptığımız izahatı gün gelir başkaları kafasına gözüne vururcasına yapar ama o zaman da iş işten geçmiş olurdu.
Trafiğe çıktığımız her an birçok uyarıcı ve yön verici levhalarla karşılaşırız. Yaptığımız ticaretin kurallarını bilmek, güttüğümüz siyasetin usulüne göre hareket etmek ya da yaptığımız bir işin gereklerini yerine getirmek için her an pür dikkat kesiliriz.
Elbette ki insan yaş yere ayak basmak istemez. Ya da bile bile lades demez. Kendi ipini kendi eliyle çekmek istemez.
Bugün etrafınıza şöyle bir göz atın isterseniz!
Hukuki Danışmanlık, Mali Danışmanlık, Psikolojik Danışmanlık, Edebi Danışmanlık gibi mesleki yapılanmalar her geçen gün artmaktadır.
Tabi ki “Danışan dağı aşmış, danışmayan ise yolda şaşmış!” der büyüklerimiz.
Maalesef iş, kariyer ve kazanç gibi konularda gösterdiğimiz hassasiyeti arkadaşlık, dostluk ya da komşuluk ilişkilerinde göstermekten çok uzak sayılırız. İnsani ilişkilerimizi ise geliştirmek, zenginleştirmek ve güçlü kılmak için özel bir çabamız olmaz.
Şimdi esas mevzuya gelmek istiyorum.
Şöyle bir baktığımızda etrafımıza büyük bir çoğunluğumuzun isimlerinde Ahmet, Mehmet, Mahmut, Muhammed, Mustafa, Hasan, Hüseyin, Abdullah, Abdurrahman, Halil İbrahim ya da Ebubekir, Ömer, Osman, Ali’dir. Zeynep, Hatice, Aişe, Fatıma’dır.
Aramızda ismiyle müsemma kaç kişi var dersiniz?
İsmi Muhammed olanlar ne kadar muhabbet ehli?
İsmi Hasan, Hüseyin olanlardan ne kadar güzellikler sadır oluyor?
İsmi Ebubekir olanlarımız ne kadar sadakatli, ahde vefalı, kadirşinas?
İsmi Ali olanlarımız ne kadar âlicenap, yüce gönüllü?
İsmi Halil olanlar ne kadar dostça, ne kadar içten ve ne kadar yürekli?
İsmi İbrahim olanlar ne kadar hakka teslim ya da ne kadar hakkını teslim ediyor?
Bu misalleri çoğaltabilmek mümkündür.
Bu isimler bile yaşam tarzımızda bir üst kimlik oluşturmuş olsa adeta toplumu sarıp sarmalamış olan kin, öfke, nefret, dışlayıcılık, düşman ilan etme, hakir görme, ötekileştirme ya da dışlama gibi kötü hasletler kendiliğinden törpülenmiş olacaktır.
Tabi ki ismi Hayati olanlar hayat vermeli etrafına, İsmi Şükrü olanlar şükretmeyi bilmeli, İsmi Sabri olanlar sabretmeyi bilmeli, İsmi Mahmut olanlar hamd etmeyi bilmeli, ismi Fatih olanlar ise gönüller feth edebilmelidir.
Hayat kitabımız Kur’an toplumların çöküşünü ve tükenişini hazırlayan zulüm, tefrika, kötülük ve ahlaksızlık türü fiillerin önüne geçmek Adalet, Vahdet, İhsan(iyilik) ve Dürüstlük değerleri gibi yüksek meziyetlerle donatılmış bir toplumu var etmek için gelmiş, her çağa özgü vahyi mesajlar içeren bir kitaptır.
İçerisinde bizim için iyi örnek teşkil edecek, model oluşturacak birçok ilkeler mevcuttur. Bu doğrultuda sürdüreceğimiz Birey-Toplum- Allah ilişkilerinde bu tür değerler adeta tavan yapmalı ve bize hayat iksiri sunmalıdır.
“Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve: "Ben gerçekten Müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?.”( Fussilet Sur, 41/33 )
Mensubu olduğumuz yüce hakikatler dini olan İslam bizim için bir üst kimlik zaten oluşturmuştur. Bizler yaşadığımız her an bu üst kimlikle ilişkiler ağımızı genişletmeli ve sağlamlaştırmalıyız. Ve bu üst kimliğimizi, bizi her an ayrıştıran, her an üzen, her an dejenere eden, her an içten içe çökerten ve mahveden alt kimliklere kurban etmemeliyiz.
Bizler her an göğsümüzü gererek “Elhamdülillah Müslüman’ım!” derken, İslami ve İmani konularda her gün türlü türlü dersler alırken, kültürel, sosyal ya da entellektüel bir yapının içinde olmaktan iftihar ederken her nedense insani ilişkilerimizi değil İslami standartlara oturtmak, insani bir yapıya bile bürüyebilmekten çok uzağız.
Bugün gelinen noktada her geçen gün birbirimize daha fazla ihtiyacımız olduğunu bilmeliyiz. Dün bu toplumu sağ-sol, alevi-sünni, Tük-Kürt, Laik-Anti laik diye bir çatışmanın içerisine itenlere inat “Ulvi bir sorumluluk” kuşanmalıyız.
Ayrı kulvarlarda koşturuyor olsak bile, zinde olduğunu düşünen ama içi kof olduğuna inandığım karanlık güçlerin yürek deryamızı kirletmesine fırsat vermemek gibi bir “güç birliği” ne yönelmeliyiz.
Hatta bizi şucu ya da bucu diye ayrıştırmaya tabi tutanlara inat gönül saraylarımızı hoş eylemeli, dostluklarımızı baki kılacak birlikteliklerimizi yüreğimizin ta derinliklerine hapsedebilmeliyiz.
Beraber döktüğümüz kutsal gözyaşları ve alın terimizi bir takım heva ve hevesine kapılmış azgın güçlerin hatırına ayaklar altına almamayı becerebilmeliyiz.
Ne olur bizi birbirimize kardeş kılacak, kardeşliğimizi pekiştirecek adımlar atalım bundan sonra.
Ne dersiniz?
Sizce de mahsuru yoksa tabi.